Veba, kolera ve sıtma başta olmak üzere salgın hastalıklar; tarih boyunca tüm Osmanlı ülkesinde olduğu gibi Ödemiş çevresinde de eksik olmamıştır. Küçükmenderes Yöresi’nde 16. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında çok sayıda salgın hastalık ile karşı karşıya kalınmıştır.
Ortaçağ Avrupa’sında kara ölüm olarak isimlendiren veba, Osmanlı ülkesinde ve İslam dünyasında ‘kıran’ veya ‘taun’ olarak anlıyordu. Hastalık o döneme özgü fare ve bir tür sinek vasıtasıyla yayılıyordu. Veba geldiğinde yapacak pek bir şey yoktu. İnsanların az olduğu bölgelere çekilme en yaygın savunma mekanizmasıydı.
İzmir civarı çok kez veba, kolera ve çiçek hastalığı salgınlarıyla sarsılmış ve ölenlerin sayısı binlere ulaşmıştır. 1678, 1711, 1741, 1751, 1765, 1778, 1784, 1813, 1818, 1837 ve 1839 yıllarında neredeyse her on yılda bir İzmir ve havalisinde veba salgını çok can almıştır. Küçükmenderes havzasının da İzmir’e mal yetiştiren bir bölge olması nedeniyle bulaşıcı hastalıklar İzmir ile birlikte Ödemiş yöresini de etkisi altına alıyordu.
Veba, öncelikle Anadolu içlerinde kırsal alanda görülüyor, ardından şehirlere yayılıyordu. Salgın hastalık dönemlerinde insan sayısının fazla olduğu yerleşimler boşalıyor, dağlarda göçebe yaşama dönülüyordu. Rumlar adalara kaçmayı yeğlerken, hali vakti yerinde olanlar ise çevre köylere sığınıyorlardı. 1761’de Ödemiş’in Rum metropoliti, veba nedeniyle dini toplantıları yasaklamıştı. Kentte kalanlar evlerine kapanıp kimseyle temas etmeme ve kapılarını hiç kimseye açmama yolunu yeğliyorlardı. Günlük ihtiyaçlarını pencerelerinden sarkıttıkları bir sepetle temin ediyorlar, sepetle gelenler kullanılmadan önce iyice yıkanıyor ya da dumana tutularak tütsüleniyordu. Salgınların şiddetli olduğu dönemlerde, hastalığın etkisi ile nüfusun yüzde 5 ile 20’si hayatını kaybetmiştir. Küçükmenderes yöresinin önde gelen yerleşimi Birgi’de salgın sırasında hastalıktan ölenler evlerinin bahçelerine veya kapı önünde uygun bir yere defnedilirdi. Günümüzde Birgi’de ev bahçelerinde çok sayıda mezar kalıntısına rastlanmaktadır. İmamı Birgivi de 1573 yılında salgın sırasında vebadan kurtulamayarak vefat etmişti.
Salgınlar 19. yüzyıl ortalarına kadar devam etti. 1809’dakinin önü tam olarak alınamadan 1812’de başlayıp üç yıl süren veba, İzmir sancağında binin üstünde insanın ölümüne sebep olmuş, şehirler adeta boşalmıştı. İngiliz Diplomat William Turner (1792-1867), 1813 Kasımında başlayıp 1845 Temmuz’una kadar aralıklarla devam eden veba hastalığının 1816 Ocak ayında, İzmir’de 50-60 bin can aldığından bahsetmektedir.
Salgın hastalık taşıyabilme ihtimali olan gemilerin limanlarda kırk gün boyunca bekletilerek, kıyı ile ilişki kurmasının yasaklandığı bir uygulama olan ‘karantina’, İzmir limanındaki önlemler kapsamında ilk kez 1840 yılında ‘Karantina’ olarak bilinen semtte uygulanmıştı. 1865’te Mısır yoluyla gelen kolera nedeniyle üç bin kişinin ölmesi üzerine önlem olarak deniz yolu ile gelenler için şehir dışında ‘Urla Tahaffuzhanesi (Karantina Adası)’ faaliyete geçirildi.
Salgın hastalıkların irili-ufaklı yerleşimlerin terk edilmesinde önemli bir etken olduğu anlaşılmaktadır. Salgın hastalıklar nedeniyle Ödemiş çevresinde, hatta Bayındır ve Tire’de terkedilen ve tekrar iskan edilmeyen köy yerleşimleri bir inceleme konusu yapılacak kadar önemlidir.
(Yüzde 100 Bülten 47 / 11.05.2021)
Ortaçağ’da doktorlar, hastayla teması kuş gagasına benzeyen ve hava alma kanalları nefes alıp vermeyi rahatlatmak için içine değişik otlar yerleştirilmiş maskeler kullanırlardı.
İzmir’de 1840 yılında faaliyete geçen Karantina Binası